dini sohbetler sohbet elektronik sigara islami sohbetler islami sohbet baskılı poşet baskılı poşet emlak seviye 5 su böreği sipariş galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı dijital pazarlama ajansı
PERSONA NON GRATA - Büyükelçilerin hukuksuz hadsizlikleri
MÜSTAFİ AMİRAL DOÇ. DR CİHAT YAYCI

MÜSTAFİ AMİRAL DOÇ. DR CİHAT YAYCI

PERSONA NON GRATA - Büyükelçilerin hukuksuz hadsizlikleri

25 Ekim 2021 - 22:44 - Güncelleme: 25 Ekim 2021 - 22:52

PERSONA NON GRATA

“Persona non grata” deyimi devletler ve uluslararası ilişkilerde oldukça ciddi bir diplomatik terimdir. Dilimize “istenilmeyen kişi” olarak çevrilen bu kavram ciddiye alınması gereken bir kınama usülüdür. Ülkemizin hassasiyetlerinin dikkate alınması ve diplomatik dokunulmazlıklarının arkasına sığınarak Türkiye’yi tehdit etmeye yeltenen şahıslar için de önemli bir adımdır. Ülkesi adına diplomatlık yürüten insanların, görev seviyesi her ne olursa olsun öncelikle bulunduğu ülkenin yasalarına, adalet mekanizmalarına ve iç politikalarına saygılı olmak zorundadır. Ülkemiz, bir sömürge ya da müstemleke  değildir! Bu nedenle herhangi bir ülkenin Türkiye’de görev yapan diplomatı Türkiye’nin adalet sistemine, hakkında soruşturma yaptığı kişilere yönelik direktiflerde bulunamaz. Bir diplomatik temsilcinin bulunduğu ülkenin yasalarına saygı göstermemesi, iç politikaya yönelik açıklamalarda bulunması, o ülkenin kurumlarını hedef alması veya siyasi partilere yönelik açık desteklerde bulunması “Persona non grata” ilan edilmesi için yeterli ve oldukça geçerli bir sebeptir. Bu kavram ve uygulama 18 Nisan 1961 tarihli Viyana Diplomatik İlişkiler Konvansiyonu tarafından da sabitlenmiştir. Viyana Diplomatik İlişkiler Konvansiyonun 41. Maddesine göre;  “Diplomatlar, kendilerini kabul eden Devletin kanunlarına ve nizamlarına riayet etmek, ayrıcalıklarına ve bağımsızlıklarına halel gelmeksizin, bu gibi ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanan her diplomatik şahsın görevidir. Anılan Devletin iç işlerine karışmamak da bu şahısların keza görevidir. “ maddesiyle, diplomatik görevlilerin, bulundukları devletin iç işlerine karışamayacakları ya da dokunulmazlıklarını siyasal amaçlar için zırh olarak kullanamayacakları tescillenmiştir.

Bu noktada; diplomatik görevlilerin, bulundukları ülkenin adalet sistemini, iç işleyişini ve iç politikalarını hedef alan eylemleri hem o ülkeye karşı büyük bir saygısızlık ve tehdittir hem de Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesinin ihlalidir. İlgili diplomatik temsilciler, bulundukları ülkelerde ticari ve siyasi hiçbir faaliyette bulunamaz veya örgütleyemezler. Bu durum Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesinin 43. Maddesiyle sabitlenmiştir. Bu bağlamda; Ülkemizin iç işleyişini, adalet kurumlarını ve devlet yapısını hedef alan ilgili diplomatların “persona non grata” yani istenilmeyen kişi ilan edilmeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin egemen bir devlet olarak en doğal hakkıdır. Uluslararası hukuk ve anlaşmalarla görevleri sabitlenen diplomatların, kendilerini bağlayan ulusal ve uluslararası anlaşmaları ihlal ederek siyasi faaliyetlerde ve örgütlü tehditlerde bulunmaları hem ülkemizin egemenliğine hem de uluslararası itibarına yönelik bir saldırıdır. İlgili diplomatların, Türkiye Cumhuriyeti’nin iç politikalarına ve kurumlarına yönelik bu davranışları diplomasi ve uluslararası hukuk boyutunu aşmaktadır. Bu şahıslar, bir diplomat tavrından ziyade müstemleke ülkeye atanmış bir vali gibi davranmışlardır. Bu müstemleke valisi zihniyeti taşıyan kişilerin saygısız ve hadsiz davranışlarına başta TÜRK Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi olmak üzere Türk Milleti’nden güçlü bir tepki gelmiştir. TÜRK DEGS olarak biz Sayın Cumhurbaşkanı’nın haklı tepkisinden önce, 21 Ekim 2021 tarihinde, Türkiye’yi tehdit eden ve iç işlerine yönelik saygısız açıklamalarda bulunan bu elçilerin “Persona non grata” ilan edilmesini talep eden imza kampanyası başlatmış, sosyal medyada da güçlü bir karşılık bulmuştuk.

Hatırlanacağı üzere, Kavala ve benzer davalarda daha evvel de bu tür yargıya müdahale etme girişimleri ve çağrıları olmuş, Büyükelçiler Dışişleri’ne çağırılarak Türk bağımsız yargısına müdahale anlamı taşıyan durumların kabul edilemez olduğu ifade edilmiş fakat sonuç alınamadığı gibi bir de üstüne bu ülkelerin gitgide dozlarını artırdıklarını görülmüştür.

Türkiye daha evvel bu tür girişim ve yargıyı etkileme, içişlerine müdahale densizlikleri üzerine  rahatsızlığını belirtmiş, diplomatik yollardan tepkisini koymuş, fakat bir sonuç elde edememiştir. Dolayısıyla, şu rahatlıkla söylenebilir ki; Türkiye konuya ilişkin atılması gereken diplomatik adımları daha önce defalarca attı ve bir sonuç alamadı, üstelik giderek de bu ülkeler Türkiye’nin iç işlerine karışma konusunda dozlarını ve  hadsizliklerini artırdılar. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin Kavala Davası’na ilişkin geçmişte attığı adımlar sonrasında gösterdiği haklı bir bağımsız devlet duruşudur.

Sorulması gereken soru şudur;

Bir Büyükelçi, daha da kötüsü 10 Büyükelçi toplanıp bağımsız bir ülke olan Türkiye’nin İçişlerine ve Yargısına müdahale yetkisini nereden bulmaktadırlar? Bu büyükelçiler ve temsil ettikleri devletler Rahip Brunson, Alman Gazeteci Deniz Yücel gibi davalarda Merkel, Trump gibi devlet yöneticilerinin araya girmesi ile davalarda istenilen sonuçların alındığı kanaatine kapılarak cesaret bulmuş, bu tür müdahaleler ile Türk Yargısının etki altına alınabildiği gibi bir yanlış düşünceye mi sahip olmuşlardır?

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu durum dünya tarihinde bir ilk olarak görülmektedir. İlk defa 10 ülke bir araya gelip; bir başka devletin içişleri için ortak bir uyarı talimatı formatında niyet beyanı yayınlamıştır. Bu  durum Türkiye’nin bağımsızlığına ve egemenliğine doğrundan bir kasıttır. Bildiriyi imzalayan; ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç, Yeni Zelanda’da terör örgütü FETÖ ve PKK’nın yüzlerce militanı hatta ana yöneticiler yaşamaktadır.

Fethullah Gülen’i ve onlarca başka FETÖCÜyü iade etmeyen Amerika Birleşik Devletleri, PKK teröristlerini besleyen Almanya varken, Yunanlar FETÖCÜlerin hiçbir tanesini iade etmez iken ve hatta uluslararası bir terörist örgüt olan PKK’ya eğitim kampı açmış iken, Türkiye’ye böyle bir şey yapılmasını anlayamıyorum. PKK ve FETÖ teröristlerini, Fehriye Erdal gibi adi bir suçluyu iade etmeyen devletler hadsiz bir şekilde Türkiye’ye müdahale edebileceklerini sanmaktadırlar.

Ülkemizde onlarca insanı şehit eden, bekamıza kast eden şahısları bize iade etmeyen bu ülkeler, ülkemizin içişlerine karışarak egemenliğimizi tehdit etmektedirler. Bu durum hem uluslararası hukuka hem de diplomatik usullere aykırıdır. Persona non grata ilanı yukarıda adı geçen ülkelerin de başvurduğu bir yöntemdir. Örneğin; gazeteci Julian Assange’a sığınma hakkı tanıyan Ekvador’un ABD’deki Büyükelçisi Luis Gallegos, Ekvador yönetiminin Julian Assange’ı teslim etmemesi  nedeniyle ABD tarafından Nisan 2011’de persona non grata ilân edilmiştir. Bu örnekten yola çıkmak gerekirse; sözde ifade ve fikir özgürlüğü kavramlarını kullanarak ülkemizin egemenliğini hedef alan ABD, bir gazeteciye sığınma hakkı verildiği için ilgili ülkenin büyükelçisini “persona non grata” ilan etmiş ve ülkeden ayrılmasını talep etmiştir.

Türkiye Uluslararası Hukuka uygun hareket etmiyor gibi bir itham kesinlikle yanlıştır. Öncelikle AİHM kararlarının yaptırımı, karşılığı tazminattır, cezayı indirme, yeniden yargılama vs. gibi değil, yalnızca tazminattır. AİHM kararlarına herkes uyuyor da  biz uymuyoruz gibi bir anlayış da son derece hatalıdır. Batı Trakya’da onlarca AİHM kararı alınmış olmasına rağmen hala hiçbir tanesi Yunanistan tarafından uygulanmamaktadır. Öncelikle tepki gösterilecek buna gösterilmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti, hemen her alandan uluslararası hukuka ve bağlayıcı anlaşmalara olan saygısını korumuş bir ülkedir. Ülkemizin içişlerine yönelik müdahaleler, tehditler ve sözde niyet mektuplarına yönelik tüm hakları ve refleksleri başta Viyana Sözleşmesi olmak üzere “Birleşmiş Milletler Diplomatik İlişkiler ve Dokunulmazlıklar” konferansında alınan kararlarla sabitlenmiştir. Türkiye hem içişlerinde hem de kendisini tehdit eden odaklara karşı tüm hukuki haklarını ve imkanlarını kullanmalıdır. Kendisini tehdit eden bu şahıslara egemen bir devlette olduklarını gösterecek gerekli karşılığı hukuk ve adalet boyutunda göstermelidir. Tüm Türk Milleti’nin ülkemizin bekasına ve egemenliğine yönelik bu tavra karşı hassasiyeti oldukça yüksektir. Uygulanacak “Persona non grata” ilanına da destek sunulacağından kimsenin şüphesi yoktur.

Maalesef içimizdeki bazı grup ve şahıslar da Yargı yoluyla Türkiye’nin içişlerine ve yargısına müdahaleyi normal bulmakta ve hatta desteklemektedir.  Milli duruş sahibi insanlar Türkiye’nin avukatlığını yapmalıdır, başkalarının değil. Bu duruma herkes tepki göstermelidir. Şahıslar önemli değildir, bizler sorunlarımızı içeride istediğimiz gibi eleştiririz, tartışırız fakat bir başka devletin ya da devletlerin ve de onların büyükelçilerinin bizim iç işlerimize karışıp müdahale etmesine tahammül edemeyiz. Biz müstemleke değiliz.

 

YORUMLAR

  • 2 Yorum
  • İbrahim Altay
    3 yıl önce
    Sayın Yaycı'nın ifadelerine katılıyorum ve ayrıca da kendilerini milli konulardaki hassasiyetlerin ve duyarlılıklarından ötürü hem tebrik ediyor, hemde yürekten kutluyorum. Bu işçiler geriadım atmış olsalar da , istenmeyen adam olarak gereğinin yapılmasının şart olduğunu düşünüyorum ve bekliyorum.
  • Ramazan ince
    3 yıl önce
    Bu hadsizlere hadlerini Türkiye olarak bildirip kendi ülkelerine paketleyerek göndermek lazım hiç bir şekilde özür kabul edilmemesi lazım bunlar haddini çoktan aştı artık yeter

Son Yazılar